top of page
  • Writer's pictureAysel K. Basci

Çoban ve Sürü - Halide Edib Adıvar

Updated: Aug 11, 2023



Yazan: Halide Edib Adıvar (31 Ocak, 1949, Akşam Gazetesi)


İngilizce Çevirisi: Aysel K. Basci, Shepherd and Flock (2020)


* * *


– Vâ - Nû’ya –


Ziya Gökalp’ın yirmi beşinci yıldönümü münasebetiyle yapılan merasimde bulunmama hastalık mâni oldu. Mamafih bu «anmak» ve ihtiram vazifesine bütün kalbimle iştirâk ettim. Kendisini tanıdığım ilk günlerden, tâ Ankaradan bir kağnı içinde Diyarbakırda fikrî faliyetine devam için ayrıldığı güne kadar hâtıraları hafızamda canlandı. Hayatında etrafına nur saçan bir insandı, nur içinde yatsın!

Bundan sonra da bu son merasim münasebetiyle yazılan ve elime geçen şeyleri okudum. Bilhassa Vâ - Nû’nun (1) yazısı üstünde durdum, çünkü onun neslini, istikbal gençliğine yolu aydınlatacak fenerciler ve meşaleciler telâkki ederim. Bizlerin çoktan göçmüş olacağımız o güne rehber olacak fikirlerin bazıları üzerinde durup gençlerle açık konuşmağı bundan dolayı mânevi bir vazife biliyorum.


Vâ - Nû’nun büyük şair ve mütefekkirin «Sürülerin hani, Çoban nerede?» (2) sözleri üzerinde durmasında manevî sahada bir çoban, bir başkan, hulâsa mutlak bir şef hasreti seziliyordu. Gerçi, bu hasret, başka başka devirlerde, başka başka isimler altında hiçbir zaman içimizden eksik olmuş değildir. Genç meslektaş ve oğlumuz Vâ - Nû’nun bu hasreti ifadesinde hiç şüphesiz büyük ve faydalı bir insanın hâtırasına karşı duyduğu hayranlık da vardı. Hakşinaslığını ve vefasını tabiî takdir ettim. Fakat...


Geçmişte ve gelecekte, siyasî, içtimaî, hattâ ahlâkî sahalarda liderlerin lüzumunu kabul etmiyen tek insan yoktur. Bununla beraber, Şarkın ve Yakın Şarkın, geçirmiş olduğu uzun ve bazan acı tecrübelerden sonra, lider veya rehbere «çoban», cemaat veya millete «sürü» demesi, sırf sembolik bir mânada dahi olsa, bir tehlike işareti olduğuna inanıyorum. Tabiî bu nevi zihniyet bilhassa maddî sahada daha fazla tehlikelidir. (*)


Mânevi sahaya gelince… Gerçi, zamanımızın insaniyeti yutan su katılmamış materyalizm cereyanından gençliği halâs edecek bir değil, birçok rehbere, ve sarih bir hayat felsefesine ihtiyacı vardır; ve bu sadece bizde değil, Garp ulemasının ve fikir adamlarının mütemadiyen üstünde durdukları bir mevzudur. Bundan dolayıdır ki, bir vakitler keçisi ve kıyafetiyle alay edilen aziz Mahatma Gandhi için Amerika Senatosu muazzam bir âbide yapmağa karar vermiştir. İnanıyorum ki, Gandhi’nin insaniyete karşı beslediği muhabbeti ve hayatını bütün ıstırap içinde olanlara vakfetmesi daima hürmetle ve heyecanla anılacaktır. Fakat, acaba, daha dün, siyasî çobanlığın, yani diktatörlüğün dünyayı nereye sürüklediğini gördükten sonra, mânevi sahada da bir nevi mutlakıyet ifade eden diktatörlük veya peygamberlik hasreti bir tehlike ifade etmez mi? Acaba bu hasret yeni baştan bir takım tarikatlar ve şeyhler yaratmaz mı? Ve bu şeyhlerin mübarekleri olduğu kadar «Nur Baba» örnekleri de bulunmaz mı?


Şurasını itiraf etmek gerektir ki, eski günlerde Şarkta ve Garpta tarikatlar mânevi, hattâ maddî sahada insaniyetin oluşunda mühim rol oynamışlardır. İlim, ahlâk, içtimaî nizam, insan münasebetleri, hattâ sanat ve şiir vesaire bakımından Ortaçağda ve biraz sonrada birçok kıymetler getirmişlerdir. Fakat aynı zamanda, zarar tarafları da vardır. En mühimmi, fertte «nemelâzımcılık» uyandırması, ferdin mesuliyetini şeyh efendinin omuzlarına yükletmesi olmuştur. Tarikatlara mensup bir hayli kıymetli fertler kendileri için Cennette yer temin etmekle meşgul olurken, yaşadıkları cemiyeti belki büyük içtimaî faydalar temin edebilecek hizmetlerinden ve huzurlarından mahrum etmişlerdir. Diğer taraftan şeyhler arasında pek mübarek şahsiyetler olduğu gibi, fertlerin vicdanının mutlak hâkimi olmak sıfatiyle bir nice kan dökülmesine, kötülüğe ve ahlâksızlığa yol açan Hasan Sabbah’lar da zuhur etmiştir. Demek ki insanlar bir ferdi, sadece maddî sahada rehber olarak değil, hattâ mânevî sahada vicdanlara hükmedecek lâyuhti bir şef diye kabul eder, hareketlerini hiç düşünmeden bir otomat gibi onun emrine göre ayar ederlerse, bu zihniyetin insaniyeti nerelere kadar götüreceği belli olmaz.


Her münevver insan ve umumiyetle milletler atom devri denilen henüz neticesini tahmin edemediğimiz yeni bir çağa girerken maddî ve bilhassa mânevî sahada, kanaatlerimizi dikkatli bir muhasebeden geçirmek mecburiyetinde bulunuyoruz. İşte bundan dolayı, Durkheim felsefesine göre ayarlanan, birçok faydası olduğu kadar tehlike tarafları da olan merhum Ziya Gökalp’ın iki vecîzesini (3) kısaca, fakat dikkatle ve samimiyetle gözden geçirerek bir karar vermek dakikası gelmiş olduğuna inanıyorum.


(*) Tanınmış bir vatandaşımız [Ziya Gökalp] mütareke esnasında Malta’ya götürülmeden evvel, Sultan Vahidettin ile görüşmüş ve henüz başlıyan milli mücadelenin lüzumundan bahsetmişti. Sultan sözünü keserek, «Bey, Bey, ben çoban millet de benim sürümdür», demişti. Maalesef kontrolsuz kudret baştakini çoban ve halkı sürü telâkki etmek temayülünü daima uyandırmıştır.


 

Ek notlar (tercüme ederken ilave edilmiştir):

(1) Vâ - Nû: Gazeteci, yazar ve Nâzım Hikmet’in yakın arkadaşı Vâlâ Nûreddin’in kullandığı kalem isimlerinden biridir.


(2) Ziya Gökalp’ın Çoban ve Bülbül şiirinin alttaki açılış mısralarına yapılan bir referans. Çoban kaval çaldı, sordu bülbüle: “Sürülerim hani, ovam nerede?” Bülbül sordu, boynu bükük bir güle: Şarkılarım hani, yuvam nerede?” (3) Ziya Gökalp’ın meşhur ettiği iki vecîze “Fert yok, cemiyet var" ve "Hak yok, vazife var" sözleridir.

 

İngilizce Çevirisi: Shepherd and Flock


302 views1 comment

Recent Posts

See All
bottom of page